26 Şubat 2010 Cuma

Bela Aramak Bu Olsa Gerek

Mevsimler

Sana Bir Buket Sorum Var


Aşağıda hayatınızın yönünü ve yolunu bulmanızı sağlayacak bazı sorulara yer
verilmiştir. Lütfen bu soruları okuyun ve en çok hoşunuza giden 1 tanesini
işaretleyin. Sonrada o seçtiğiniz soruya cevap teşkil eden bir sayfalık bir makale yazın. Haftada bir bu işlemi farklı seçeneklerle aynı şekilde deneyin. Bu uygulama kişisel gelişiminiz için inanılmaz derecede yararlı bir çalışmadır. Hayatınızı anlamlı ve kontrol edilebilir hale getiren her uygulama gibi bu uygulamada yapılmaya değer...

• Senin diğer insanlara göre daha iyi yapacağın işler neler ?

• 10 yıl sonra nasıl bir hayat yaşıyor olacaksın ?

• Senin için önemli olan sürekli artan hızla konuşmak mı, yoksa daima birilerini geçiyor olmak mı ?

• Kendini kötü hissetmen için yapman gerekenler nelerdir ? ve hemen kendini kötü hissetmen için kaç türlü yol bulabilirsin ?

• Kendini başarılı sayman için neler olmalı ? hayatta başarılı olup olmadığını nasıl anlayacaksın ?

• Başarılı olmayı bir mücadele olmaktan çıkarıp, yaşam biçimi haline nasıl dönüştürebilirsin ?

• İçinde yaşadığın toplumun senden beklentileri nelerdir ?

• Hayatta öğrendiğin en önemli ders hangisi ?

• Beyninin nasıl çalıştığını beynine öğrettin mi ?

• Bugün daha iyi bir hayat kalitesine ulaşmak için ne yaptın ?

• Bugün hayatının temel amaçlarına ulaşmak için ne yaptın ?

• Bugün yaptıkların 5 yıl sonra seni nereye götürecek, sen nerede olmak istiyorsun ?

• Kesin olarak başarabilecek olsaydın: yarından itibaren neler yapardın ?

• Hayatta başına gelen tüm olumsuz durumları kendi lehine olacak şekilde kullanmayı ne kadar sürede öğrenebilirsin ?

• Kesin, net ve tam olarak kim olmak, neler yapmak, nasıl bir hayat yaşamak istiyorsun? Bu istediğini ne kadar zaman içerisinde, hangi bedeller karşılığında, nasıl elde edebilirsin ?

• Elindeki kaynaklar neler ? bunların en etkili şekilde nasıl kullanabilirsin?

• Hayatını düşün ve cevapla:
* Hayatında neler oluyor, neden böyle oluyor ?
* Neler olmasını istiyorsun, neler oluyor ?
* Tüm bunlar nasıl oluyor ?
* Bu durumda yapılması gereken nedir ?
* Yapılması gerekenlerden yapılabilecek olan nelerdir ?
* Yapılabilecek olanlardan senin yapabileceklerin neler ?
* Sen ne yapıyorsun ?

“Yarın başka bir insan olacağım” diyorsan; neden bugünden başlamıyorsun ?

Hayatınız değişmeli ise; bunu siz yapmazsanız kim yapacak ? Bu gün yapmayacaksınız ne zaman yapacaksınız ? Buradan başlamayacaksınız nereden başlayacaksınız?

25 Şubat 2010 Perşembe

Sigara Öldürür

Başarılı - Başarısız

Bir Aşk Hikayesi


Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı...

Tribünsüz,minik bir salon.... Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece. O kadar yakındılar... delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda...

Hoşlandığını fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler... kız gülümsedi. Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda... kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.

Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.... Üçüncü sette tekrara eski yerine döndü. Kızla gidiş gelişleri fark etmişti galiba. Bir defa daha gülümsedi. Manidar... “anladım” der gibi bir gülümseyişti bu.

Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü. Pazar gün, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım dünyalar şirini kızı görmek için... Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu. Dahası... Ankara kolejinin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için...

Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı... Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü...

O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı...

Kız bu defa, iyice gülmüştü. Karşısında, sözü ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce. Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü. Kaptan “tabi” dedi. “Bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.”

“mutluluk işte bu olmalı” diye düşündü delikanlı “Mutluluk işte bu” Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı. Konser günü de hiç ama hiç unutmadı. O ne heyecandı öyle.

Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar. El sıkıştılar. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı . kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. İnanamıyordu delikanlı. Onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken – o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde. Ama uzatamıyordu elini işte.

Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesini korkuyordu ki. Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi uzandı. Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu. Kızın omzuna değil koltuğun üzerine sonra kız arkaya yaslandı. Birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu genç adamın. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü.
Konserden çıkarken, kız şakalaştı. “Sizi her maçımızda görüyoruz, alıştık neredeyse. Yarın Adana’da maçımız var. Gözlerimiz sizi arayacak”

Hayır, aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü. Cebinde onu otobüsle Adana’ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı. Gece yarısı kalkan otobüse bindi. Sabah erkenden Adana’ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkenden girdi, en son sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç filan değildi sebep tabii.

İlk sette kız farkında bile değildi onun. Nereden olsun ki. İkinci sette öbür tarafa gittiler Döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı. Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki. Ankara’nın hele hele kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu.

Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gitti. Tek kelime konuşmadan. Konuşmaya gelmemişti ki. Kız “keşke orada olsaydın” demişti. O da olmuştu işte. Hepsi o. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında.

Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki. Bembeyaz bir kata yazdı o dört satırı. Öğleden sonrayı zor etti, kolejin önüne gitmek için. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. “Bu sana” diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan. Kız, Necip Fazıl”ın dört satırını okurken...

“Ne hasta beklerdi sabahı
Ve ne genç ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!...”

Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde kolejin önündeydi genç. kız karşıdan geliyordu. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya. Gözlerine inanamadı genç adam. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa. Evet, çağırıyordu işte.

Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken. “Sana bir şeyler söylemek istiyorum” dedi kız. O da heyecanlıydı, belli. “Bak iyi dinle. Dünkü satırlar için çok teşekkürler. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondanda hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma. Ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok.” “O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni” dedi, delikanlı ikiletmeden.

Ayrıldı kızın yanından bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan. Bir daha onu hiç görmeden. Yıllarca sonra Levent’in söyleyeceği şarkıda ki Sezen’in sözlerini o o zaman biliyordu sanki. Aşk onurlu olmalıydı. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi. Heyecanlı bekledi. Hırsla arzuyla bekledi. Umutla umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.

Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu. İki dörtlüktü şiir. İlki kıza verdiği. Bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı. Cebine koydu. Bekleyiş sürüyor, sürüyordu. Okullar kapandı, açıldı. Aylar, aylar geçti.

Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü. “Günlerdir seni arıyorum” dedi. “Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber. Artık hayatımda hiç kimse yok!” “Yaa” dedi delikanlı. “Yaa” dedi sadece. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı. “Yaaaa!” Cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza. “Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün” dedi... “Bu da sonu onun” Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan... Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken...

“Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!”

Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı. O sevgilinin kendisi bile. hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani? Ya da. Ya da. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, Bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmiş, acaba? Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor.

24 Şubat 2010 Çarşamba

Türk milletinin zekası

Çalışma Ortamı Nasıl Düzenlenmeli

Günün Hikayesi - Benim İşim Değilki


Öykümüz HERKES, BİRİSİ, HERHANGİ BİRİ ve HİÇ KİMSE adlı dört kişi hakkında.

Yapılması gereken önemli bir iş vardı ve HERKES, BİRİSİ’nin bu işi yapacağından emindi.
Gerçi işi HERHANGİ BİRİ de yapabilirdi, ama HİÇ KİMSE yapmadı. BİRİSİ buna çok kızdı, çünkü iş HERKES’in işiydi.

HERKES,HERHANGİ BİRİ’nin bu işi yapabileceğini düşünüyordu ama HİÇ KİMSE, HERKES’in yapamayacağının farkında değildi.

Sonunda HERHANGİ BİRİ’nin yapabileceği bir işi HİÇ KİMSE yapmadığı için HERKES, BİRİSİ’ni suçladı.

23 Şubat 2010 Salı

Çocuklar Görür

Önyargı

Gerçekçi Olmayan Düşünceler

Zamanı İyi Kullanma

Günün Hikayesi

Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan
bir çocuk varmış.

Bir gün Tanrı'ya sormuş;
"Tanrım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler.
Fakat, ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki,
orada nasıl yaşayacağım?"

"Tüm meleklerin arasında senin için bir tanesini seçtim,
O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak.
Meleğin sana hergün şarkı söyleyecek ve gülümseyecek.
Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksın."

"Peki, insanlar bana birşey söylediklerinde,
dillerini bilmeden, söylediklerini nasıl anlayacağım?"

"Meleğin sana dünyada duyabileceğin en tatlı ve
en güzel sözcükleri söyleyecek.
Sana konuşmayı, dikkatle ve sevgi ile öğretecek."

"Peki, ben seninle konuşmak istersem ne yapacağım?"

"Meleğin sana ellerini açarak
bana dua etmeyi de öğretecek."

"Dünyada kötüler olduğunu da duydum.
Beni onlardan kim koruyacak?"

"Meleğin seni kendi hayatı pahasına da olsa koruyacak."

"Fakat, ben seni bir daha göremeyeceğim için çok üzgünüm."

"Meleğin sana sürekli benden söz edecek ve
ulaşmanın yolunu öğretecek."

O sırada cennette bir sessizlik olur ve
dünyanın sesleri cennete kadar ulaşır.
Çocuk gitmek üzere olduğunu anlar ve
son bir soru sorar;
"Şimdi gitmek üzere isem,
benim Meleğimin adı ne?"

"Meleğinin adının önemi yok yavrum.
Sen onu, ANNE diye çağıracaksın"

21 Şubat 2010 Pazar

Başarı Yolu

BAŞARI YOLU

Eflatun'a iki soru sormuşlar:
Birincisi; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir? Eflatun tek tek sıralamış: "Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler ama sağlıklarını geri almak için para öderler. Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler."
Sıra gelmiş ikinci soruya; "Peki sen ne öneriyorsun?" Image
Bilge yine sıralamış: "Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın.
Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.”
Önemli olan hayatta en çok şeye sahip olmak değil; en az şeye ihtiyaç duymaktır. İnsan hayatını bu bilinçle bir düzene koyar ve bu şekilde düşünce yapısına sahip olursa mutluluğa giden yolu da keşfetmiş olur.
Günümüzde ortaöğretim ve üniversite için yapılan sınavlar öğrencileri bilgi edinme, kendini geliştirme, sorumluluk sahibi olma gibi vasıfları elde etmelerine fayda sağlamaktan daha çok bir yarış içine sokmakta. Bu sınav maratonu ilkokuldan üniversiteye kadar öğrencileri etkisi altına alıyor. Bu sınav stresi ve yoğunluğu bizi o kadar etkiliyor ki belli bir süre sonra “neden okula geliyorum?”, “neden üniversiteye hazırlanıyorum?” “amacım ne?” gibi sorulara sağlıklı cevaplar alamayabiliyoruz. Eğitim döneminin hayata hazırlık aşaması olduğunu unutmamak lazım. Bu dönemde yapılacak ilk şey bir amaç belirlemektir.
Gideceği limanı bilmeyen bir yelkenliye hiçbir rüzgâr yardım edemez. Mantıklı, gerçekçi ve kendi beklentilerimiz doğrultusunda bir amaç belirlemeli ve bunu gerçekten istemeliyiz. Bu amaç her zaman aklımızın bir köşesinde olmalı, başarı yolunda motivasyonumuzun düştüğü zamanlarda kendimizi yenilememize yardımcı olmalıdır. Bu amaca ulaşmak için yeteri kadar nedenimiz varsa her şeyi yapabiliriz. Bu bakış açısı sınavlara hazırlanırken de yardımcı olur, hayatımızın diğer alanlarında da.
Amaç belirledikten sonra verimli çalışma tekniklerini uygulamamız gerekiyor. Önemli olan çok çalışmak değil; planlı, programlı ve dolayısıyla verimli çalışmaktır. Bunun içinde ders çalıştığımız ortamın fiziki koşullarından, ders dinlerken kullanılacak metotlara kadar birçok faktör vardır. Bunları bilip uygularsak işimiz kolaylaşacaktır. Çalışma alışkanlıklarımızı kontrol etmeli buna göre kendimizi bir düzene sokmalıyız.
Bir daha geri gelmeyecek zamanı yaşıyoruz. Anımızın kıymetini bilmeli çocukluğumuzu, gençliğimizi zamanında yaşamalıyız. “keşke”lerle dolu bir hayat yaşamamak için tercihlerimizi doğru yapmalıyız. Sonuçta hayatın getirdikleri bizim tercihlerimizden kaynaklanıyor. Olumlu düşünüp istemeyi bilirsek ve doğru tercihleri yapabilirsek hayat da bize olumlu bir gelecek getirecektir. Doğru yolumuzu bulabilmek için de kendimizi hayata iyi hazırlamamız lazım. Sorumluluk bilinciyle ve tüm yeteneklerimizi kullanarak yelkenlimizin rotasını çizmeliyiz. Para bizim için amaç değil, yaşamımızı sürdürmek için bir araç olmalı. Bunu düşünerek insan mutlu olduğu ya da olacağı işi seçmeli endişeyle dolu bir hayat sürmemelidir.
Toplumdan şikâyet etmek yerine kendimizi düzeltmekle işe başlarsak ve bu şekilde çevremizi etkilersek hayal bile edemeyeceğiniz güzel sonuçlar alabiliriz. İşe sadece inanmakla başlayın. Önce kendinize…

Psikolojik Danışman
Ferhat HALİLBEŞEOĞLU